HİSDER (Hikmet İlim ve Sanat Derneği) in Meram Uluslararası Gençlik Akademisinde 28 Ekim 2019 tarihinde düzenlediği Pazartesi toplantılarında Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri BölümüKelamAna Bilim DalıBölüm Başkanı Başkanı Prof. Dr. İbrahim COŞKUN “Çağımızda Din-Bilim Kavgasının İman ve Ahlak Eğitimindeki Olumsuz Etkileri” hakkında dernek üyelerine bilgi verdi.

Prof. Dr. İbrahim COŞKUN konuşmasının başında Aliya İzzetbegoviç’in “ Bilim ile din ayrıldığı vakit, din insanı gerikafalılığa; bilim ise ateizme sürükler! Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım.” sözlerine yer atıfta bulundu.

Her ne kadar din ve bilim dünyaları birbirlerinden açıkça farklı iseler de aralarında güçlü karşılıklı ilişkiler ve bağımlılıklar vardır.Din hedefin ne olduğunu saptarsa da, hedefine nasıl ulaşılacağını bilimden öğrenir. Ama bilim yalnız emelleri, gerçekleri ve anlamayı kendine ilke edinenler tarafından oluşturulabilir. Bu hissin kaynağı dindir. Akıl ve mantık da bu güçlü imana hizmet eder.Albert Einstein”Dinsiz Bilim topal, bilimsiz din kördür.“ der. Din ve bilim, insan üzerinde en etkin rol oynayan, bizzat kendi varlığı hakkındaki inancı kadar gerçek iki realitedir. 

Dinamik bir karakter taşıyan ve sürekli gelişen bilim ve onun ürün veren yönünü oluşturan teknolojinin, artık insanın hayatında, dünya görüşünde ve yaşam tarzında vazgeçilmez bir yere sahip olduğu aşikârdır. Dinin de bir bütün olarak değer üretmek başta olmak üzere nihai açıklamalar ve anlamlandırmalar konusunda insanı geçmişten geleceğe uzanan varoluşta, hiç bir zaman yalnız bırakmayacağı son iki yüzyıldaki yaşanan deneyimlerden sonra daha iyi anlaşılmaktadır. Din-bilim çatışması insanlığın kadim dönemlerinde Hint, Çin, Mısır ve Yahudi toplumlarında genel anlamda din-bilim çatışmasından bahsetmek mümkün değildir. O dönemlerde söz konusu toplumlarda ilim ile düşünce mitoloji ve din kaynaklıdır. Antik-Yunan çağında doğanın ve olguların rasyonel ve eleştirel bir düşünce ile araştırılmaya başlandığı kabul gören bir görüştür. 

Böyle olmasına rağmen o dönemde de din bugünkü anladığımız anlamda ilim ile yani insanlığın elde ettiği tüm pozitif ilimlerle mücadele halinde olmamıştır. Din ile ilimin karşılıklı duruşları ve ilişkileri açısından üzerinde en çok eleştiri yapılan dönemin Batı ortaçağı olduğu bilinmektedir. Yaklaşık on beş asır gibi uzun bir döneme inhisar eden bu dönem, gerek deneysel ilimler, gerekse özgür düşünme yönünden çok kısırdır. Batı’da Rönesans’la başlayan süreçte din-bilim kavgası zirveye ulaşmıştır. Her geçen gün daha da güçlenen ve taraftar kazanan bilim çevreleri elde ettikleri başarı neticesinde dini bütünüyle hayattan uzaklaştırmak istemişlerdir. Ancak insan fıtratını en temel unsurlarından biri olan dinin bütünüyle yok edilemeyeceğini fark etmişler din-bilim ilişkisinde din ile bilimi tamamen birbirinden ayıran kompartimanist yaklaşımı öne çıkarmışlardır.

İslam’ın bilim anlayışı ve İslam bilim tarihine genel olarak baktığımızda din-bilim ilişkisinde kompartimanist yaklaşımı gerekli kılacak bir durum söz konusu değildir. Böyle olmakla birlikte Osmanlının son dönemlerinden itibaren ülkemizde de din-bilim ilişkisinde kompartimanist yaklaşım yaygın hale getirilmeye çalışılmıştır. Rönesans’la başlayıp aydınlanma felsefesi ile kendi mantığı içerisinde evrenin izahı konusunda modernizmin bilgi felsefesinde din-bilim ilişkisi konusunda a) “çatışmacı”, b)“ayrışmacı” / kompartimanist görüşler olmak üzere iki temel yaklaşım ortaya çıkmıştır. Çatışmacı görüşü savunanlara göre bilim ile din arasında tam bir çatışma, çelişki veya zıtlık söz konusudur. Bu savaşta bilim haklı ve doğru, din haksız ve yanlıştır. Bilim aklı, aydınlığı, deneysel araştırmaları, özgür düşünceyi, gerçek değeri temsil ederkendin kör inanç, karanlık, bilgisizlik, bağnazlık ve hoşgörüsüzlük anlamına gelmektedir. Bu bakımdan din yok edilmelidir.

Bu iki insani fenomenin yöntemleri, alanları ve amaçları birbirinden tamamen farklıdır. Aralarında bu kadar farklılık olan bu iki etkinliğin ayrı kalması halinde bir çatışmaya girmesi düşünülemez. Her hangi bilimsel bir gerçeklik açık bir şekilde imanı güçlendirecek mesajlar çağrıştırıyor olsa bile bu tür konulara girmek bilimsellikten uzaklaşma anlamına gelir. Bu yaklaşım bilim adamları tarafından eşyaya ve olaylara hikmet boyutu ile de bakılabileceği seçeneğini kaldırmış sadece eşya ve olaylar, yakın sebepleri itibariyle değerlendirilmiştir.
Modern çağ Avrupası’nda bu ikinci görüş daha çok taraftar toplamıştır.

Din-bilim çatışmasının arka planında Batı’da ortaçağ kültürü, dünya-âhiret dengesini kuramamıştır. Hristiyan otoriteleri, hayatın tamamına hâkim olmak istemişlerdir. Maneviyatın yanı sıra zekânın ihtiyaçlarını karşılamak için dönemin aklına Yunan ilmi ve felsefesine sığınmışlardır. Fakat felsefeye ve düşünce hayatına dini akideleri desteklediği oranda müsaade etmişlerdir. Eğitim-öğretim kilise okullarına bağlı, dünyadan elini çekmiş rahiplerin ve münzevilerin doğrudan ruhani nesiller yetiştirmesine inhisar etmiştir.

İlimde metot, neticesiz kıyas ve skolastik münakaşalar şeklinde olmuş, bunun için okuma-yazmaya önem verilmezken, dinlemek ve ezberlemek teşvik edilmiştir. Tevrat’taki tekvin kıssasından varılan sonuca göre zaten yaratılışının bininci yılında dünyanın sonu gelecekti. Bunun için kilisenin inanç ve düşüncelerine hizmet etmeyen her türlü felsefi ve ilmi çabalara karşı gelindi. O zaman dünya ile ilgili ilimler adeta putperestlikle bir sayıldı.

Batı\\\'da bilim ve değişim taraftarlarının güçlenmesi 16. yüzyıldan sonra giderek güçlenen burjuvazi, bu dönemde, hem kilise mensuplarının egemen kıldıkları dinî bakış biçiminin karşısına kendi dünyevî bakış biçimlerini bir seçenek olarak koymuşlar ve hem de yönetsel gücü, yani aristokrasiyi, borçlandırma yoluyla dizginlemeye başlamışlardır. Kilise bu gidişatı önlemek için 17.yüzyıldan itibaren şiddet ve baskı uygulamaya başladı. Uyguladığı baskısı ile kilise, düşünmenin ve ilmi müşahedenin gereği olarak fiziki alemin çeşitli durumları hakkında fikir yürütmeyi yasaklamayı amaçlıyordu. Hristiyan din adamları, önceden elde ettikleri otoritelerini kullanarak ilim adamlarına acımasızca işkenceler uyguladı. Kilise bu gidişatı önlemek için XVII.yüzyıldan itibaren şiddet ve baskı uygulamaya başladı.

Allah’ı tanıma konusu, insanın kendi fıtratında var olan ve iç gözlem ile kendini duyma ve kendi benliğini tanıma şuuru ile birlikte, kendi varlığında gerçekleşmiş olan kesin bir tanımadır. Ancak ulûhiyeti tanıma, kendini tanıma gibi açık seçik değildir. Onun açık bilinç ile duyulup farkına varılması, dikkatini kendi içinde keskinleştirmeye veya içten ve dıştan gelen bir uyarıcıya muhtaç olan bir farkına varmadır.

 Bir veya mükerrer uyarıcılar sayesinde kişi onun farkına varır. İşte insan fıtratındaki Allah inancının temeli budur. Bu uyarıcılar farklı alanlardaki ilmi disiplinlerle elde edilen bilgilerle gerçekleşir.\\\"Ufuklarda (yer, gök ve dünya memleketlerinde) ve kendi nefislerinde insanlara ayetlerimizi göstereceğiz ki o (Kur\\\'an) nun gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabb’inin her şeye şahit olması yetmez mi?” (Fussilet suresi 53.ayet) Develerin kum fırtınalarına karşı kullandıkları üçüncü göz kapakları var. Göz kapakları saydam olduğundan gözlerini kapatsalar bile önlerini rahat görebilirler. Gaşiye suresi 17.ayette :” Hala bakmıyorlar mı o develere nasıl yaratılmış.”buyrulur. İnsan vücudundaki 97 bin kilometrelik kan damarlarını birbirine karıştırmayan Allah’a hamd olsun.

Marifetullah konusundaki problemler: Kompartimanist yaklaşımda bilimsel çalışma alanlarında, dinden veya hikmetten bahsetmek onlara göre bilimsel gerçek hakkında kuşku uyandırır veya böyle bir çalışmanın metodu bilimsel sayılmaz. Bilim ile din arasındaki bu ayrılık, aslında kilisenin tavrından intikam alırcasına dinin en ufak bir rolünün bile bilimsel araştırma çerçevesine girmesini önleme çabasıdır. Onun içindir ki ateizm, her devirde bazı toplumlarda marjinal grupların savunduğu bir düşünce iken, 19.yüzyılın başlarından itibaren geniş kesimler tarafından benimsenmiştir. Dinlerin esasen gönderiliş amacı insan fıtratında var olan ahlaki değerleri korumak ve geliştirmektir. İnsanın ahsen-i takvim üzere yaratılmış olması her manâsıyla biçimlendirmenin en güzel biçimi demek olacağından maddî manevî her türlü güzelliği kapsar. Kaynağı sağlam inanç esaslarına dayanan ilahi bir ahlak nizamı ile gerçekleşir. İbadetler de bunu takviye eder.

İslam’a göre ilimin birinci maksadı marifetullah’tır. İkinci boyutu ise fiziki alemi keşfetmek yeryüzünü mamur etmek, hayatı kolaylaştıracak teknolojiler geliştirmektir. Modern çağda ahlâkın dinden uzaklaştırılması önemli sorunları da beraberinde getirmiştir. Günümüzde yeni nesillerin nasıl eğitilmesi ve geleceğe nasıl hazırlanması gerektiği konusu önemli bir sorun halini almış görünmektedir. Rabb’imiz Kur’an üzerinde düşünmemizi ve araştırmamızı istediği gibi kendi varlığımızın yapısını ve evreni de araştırıp sırlarını keşfetmemizi istemektedir.

       Prof. Dr. İbrahim COŞKUN konuşmasının sonunda küreselleşen dünyada seküler ahlak anlayışlarının Müslüman toplumları da fazlasıyla etkilediğini, iman zemini üzerine oturmadan ahlaki değerlerin ve eğitimin arzu edilen seviyeye çıkarılmasının  mümkün olmadığını belirtti. Program sonundaProf. Dr. İbrahim COŞKUN ‘a  Dernek Başkanı Prof.Dr.Önder KUTLU ve Barbaros İlkokulu Müdürü Ömer İŞCAN tarafından dernek plaketi takdim edildi.



HİSDER | HİKMET İLİM ve SANAT DERNEĞİ

Aksinne Mahallesi Gülen Sokak No:4/B Meram /KONYA
Genel Sekreter Muzaffer TULUKÇU : 0 (506) 510 01 60
Sekreter Hasan ÖZÜCAN : 0 (536) 360 17 63