HİS DER’in 26.06.2013 tarihinde yapılan toplantısında Prof. Dr. Mikail BAYRAM’ın “Anadolu Selçuklularında İlmi ve Edebi Faaliyetler” konulu sohbetinde dernek üyeleri bir araya geldi.

   Anadolu toprakları Diyar-ı Rum idi. Rumlar zamanında Anadolu’da Bizans’ın yüksek medeniyeti mevcut idi. İslamiyet’in doğuşundan sonra Doğu Roma İmparatorluğu ile mücadele ettiler. Anadolu hiçbir zaman fethedilemedi. Emeviler zamanında İstanbul hem kara hem de deniz yoluyla muhasara edildi. Yıllarca İstanbul Arap ordularının muhasarası altında kaldı. Arap orduları Anadolu’da tutunamadılar. Bizans (Doğu Roma) İslamiyet karşısında durumunu muhafaza etti. Abbasiler zamanında “Ribat” adı verilen sınır karakolları kurulmuştu. Ancak Selçuklu karşısında Bizans Anadolu’yu muhafaza edemedi. Türkler Anadolu’yu neredeyse baştanbaşa fethetmiş oldular. Anadolu fethedildikten sonra ilmi ve edebi faaliyetlerin nasıl geliştiği üzerinde duracağız. Bu aynı zamanda Anadolu’da Türk-İslam medeniyetinin teşekkül safhasını ortaya çıkartacaktır.  

     Anadolu Selçukluları  üzerine ilk sözü söyleyen  Fuat Köprülüdür. Şerhini de(açıklama) kendisi yapar. Fuat Köprülü, Türk- İslam medeniyeti nasıl teşekkül etti. Anadolu ilk edebi ürünler ne zaman verildi. Bu soruya kendisi cevabını veriyor. 1926’da “Anadolu’da Türk Edebiyatı” adlı kitabı Osmanlıca yayınlıyor. Anadolu’nun askeri bakımdan fethedilmesinden sonra ilk 100 yıl bilimsel faaliyet mevcut değildir, görüşündedir. Askeri faaliyetlerden dolayı bilimsel faaliyet vermek mümkün değildi. Anadolu’da ilk eser yazan zat Hubeş İbrahim Bin Tiflisi’dir. Hubeş Bin İbrahim Bin Tiflisi’nin “Sıhhat’ül Ebdan” adlı tıp eseri ilk telif edilen eser olarak zikrediliyor. Aynı dönemde Anadolu’da yaşamış İranlı filozof Şihabettin Sürdeverdi, 2.Kılıçarslan’ın oğlu Rükneddin Süleyman Şah’a “Pertevname” adlı bir eser sunmuştur. Fuat Köprülü, bu iki eseri ilk yazılan eserler olarak gösteriyor. Fuat Köprülüden sonra Ahmet Ateş bu konuya eğiliyor. Ahmet Ateş Anadolu’da el yazması ihtiva eden kütüphaneleri geziyordu. Bu seyahatleri sırasında bazı yeni eserler buldu. Hubeş Bin İbrahim Bin Tiflisi’nin “Sıhhat’ül Ebdan” adlı eserinden önce telif edilmiş “Kamil’ül Tabir” eserinin olduğunu belirtiyor. Bu eser rüya tabirleri üzerinde duruyor. Ahmet Ateş yaptığı çalışmalar sonucunda Hubeş Bin İbrahim Bin Tiflisi’nin başka bir eseri olan “Vücuhu’l Kuran”ı tespit ediyor. Eserin sonundaki müellif kaydından 1165 yılında yazıldığı anlaşılıyor. Bu eserin Amasya’da bulunmasıyla Anadolu’da yazılan ilk eser olarak kabul ediliyor.

   İranlı Said Nefisi, Anadolu’da İran edebiyatının  uzantısı üzerinde duruyor. Anadolu’da telif edilmiş Farsça eserleri tespit etmeye çalışıyor. Fuat Köprülü ve Ahmet Ateş’in bulduğu eserleri de kendisi de bularak Anadolu’da İran edebiyatının yüksek bir seviyeye ulaştığını ifade ediyor. 

    Anadolu’da el yazması ihtiva eden benim gitmediğim kütüphane yoktur. Yeni eserler tespit ettim. ”Keşfü’l Akabe” adlı eser  Fatih Kütüphanesi’nde bir mecmuanın içinde İlyas Bin Ahmet Bin Kayseriyeyi’ye  (Kayseri şehrinin muhafızı)  ait olduğunu  belirledim. Bu eser astronomiye dairdir. Bundan sonra birçok eser verilmiştir. Bu eserler Farsça yazılmıştır. Yüksek bir Rum medeniyetine karşı İran edebiyatı Türklerin milli kimliklerini korumasında önemli bir rol oynamıştır. Hocamız Zeki Velidi Togan bunu bize anlatıyor. İran edebiyatı olmasaydı Anadolu’da Türkler Rumlaşır’dı. Sosyolojik olarak göçebeler medeniler arasında asimile olurlar. Bu yüksek tefekkür, Anadolu’nun Türkleşmesinin dinamosu oldu. 

      Fuat Köprülü, Anadolu’da Türkçe yazma geleneği ne zaman başladı, sorusuna yine kendisi cevap veriyor. Konya’da Fakih Ahmet’in “Çerhname” adlı eseri olduğunu belirtiyor. Mevlevi yazar Eflaki’nin de yanlış tespitleri var. Mevlana’nın babasının halifesi olan Fakih Ahmet olduğunu söylüyor. Fuat Köprülü, iki Fakih Ahmet olduğunu belirtiyor. “Çerhname” adlı eser ikinci Fakih Ahmet’e aittir, görüşündedir. 97 beyitlik bir mesnevidir. 1926’da “Türk Yurdu” adlı dergide bu eseri yayınlıyor. Hasibe Mazıoğlu, Fakih Ahmet’in “Kitabu Evsaf-ı Mesacidiş Şerife “ adlı diğer bir eserini tespit ediyor. İbrahim Hakkı Konyalı, üçüncü bir Fakih Ahmet olduğunu mezarının da Sedirlerde bulunduğunu belirtiyor. Şeker Fabrikasının güneyinde bulunan Fakih Ahmet’in türbesinin kitabesi rahatlıkla okunabiliyor. Bu  bulunan Fakih Ahmet’in “seyidü’l meczubin (delilerin efendisi) olarak nitelendiriliyor. Ehadüddin Kirmani’nin talebesi  Fakih Ahmet’ten bahsediyor. Dağlarda, Müslüman olmasına rağmen Hristiyanlar arasında yaşıyor. Kiramani’ye  Fakih Ahmet’i şikâyet ediyorlar. O da Fakih Ahmet’in iki hali olduğunu birinin “sarhoşluk” diğerinin de “uyanıklık” hali olduğunu belirtiyor. Hangi hal baskın olursa o halde bulunuyor. Ahi Evren’de Sadreddin Konevi’ye yazdığı bir mektupta Fakih Ahmet’i gördüğü rüyada  anlatıyor. 

     Benim tespitlerime göre Anadolu’da Türkçe yazılan ilk eser İzzet Koyunoğlu Kütüphanesi’nde Hekim Bereket tarafından yazılan “Tohfe-yi Muarızın” adlı tıp eseridir. Çok arkaik (eski) bir dille yazmış. 1225 yılında Amasya valiliği yapan Halifet Gazi’ye sunmuştur. Halifet Gazi, Sinop’un fethinde görev almış, Gürcistan üzerine yapılan seferde şehit olmuş. Cenazesi Amasya’da defnedilmiştir. Halifet Gazi Türbesi’nde medfundur. Türbesinin yanında yaptırdığı medrese bulunuyor. Türkan Şah’ın torunudur. Halifet Gazi, Danişmentli imiş. Medresenin vakfiyesi 1225 yılına tarihlendiği için Fuat Köprülü’nün tespit ettiği İlk Türkçe kitaptan 50 yıl önce yazıldığı anlaşılıyor. Ben de “Anadolu’da Telif Edilen İlk Eser” adlı makale yayınladım. Koyunoğlu Kütüphanesi’nde Hâkim Bereket’in diğer iki risalesini buldum. Karşımıza üç  eseri ortaya çıkıyor. “Tohfe-yi Muarızın” ın mukaddimesinde Hâkim  Bereket, bu eseri Arapça yazdığını sonra eserin yaygın olması için Farsçaya tercüme ettiğini eseri de Halifet Gazi‘ye takdim ettiğini eseri Türkçe yazsaydın çok değerli olacağını söylediğini belirtir. Halifet Gazi’nin bu değerlendirmesi üzerine bu eseri Türkçeye tercüme ettim, demektedir.

     Türkçe yazma geleneği  Hâkim  Bereket ile başlamıştır. Anadolu’da Türkçe eser yazma geleneği Danişmetoğulları tarafından başlatılmıştır. Tarihçi İbn-i Bibi’nin iddia ettiği gibi Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçe Fermanı yoktur. Buna dayanarak Karamanlılar Türkçeyi Karamanoğullarının başlattığını iddia etmişlerdir. Bu tamamen mesnetsizdir. Esasında bununla övünmesi gerekenler Amasyalılardır. Danişmentoğulları; Amasya, Tokat, Sivas, Çankırı, Niksar, Bayburt’a kadar uzanıyor. Tarihçi Vittek de bu görüşü destekliyor. Bu bölgede Türkmencilik mefkûresinin bulunduğunu bunların Gazi unvanıyla anıldığını belirtiyor. Bu bölgede Danişmentoğulları Mutezile mezhebini yerleştirmişlerdir. Eserlerin hepsi pozitif bilimlere aittir. Dünyanın dört bir tarafından bilim adamlarını etrafına toplamış, bu alanlarda eserini yazmışlardır. Süleyman Şah, Melik Ahmet Gazi’nin yeğenidir. Yetiştirdiği şehzadeler üzerinde büyük etkisi vardır. Tuğrul Bey de Mutezile mezhebindendir. Tarihçi İbnü’l Esir’de mutezile görüşünde olan sultanlardan bahsediyor. Felsefi meseleler tartışılırdı.

        2. Gıyaseddin Keyhüsrev’in oğlu Rükneddin Süleyman Şah çok bilgili bir kişidir. Mutezile mezhebine bağlı olduğunu bu mezhebe bağlı olanları himayesi altına aldığını Tarihçi İbnü’l Esir belirtiyor. Osmanlı zamanında da bu bölgede aynı özellikleri görüyoruz.     

 



HİSDER | HİKMET İLİM ve SANAT DERNEĞİ

Aksinne Mahallesi Gülen Sokak No:4/B Meram /KONYA
Genel Sekreter Muzaffer TULUKÇU : 0 (506) 510 01 60
Sekreter Hasan ÖZÜCAN : 0 (536) 360 17 63